GÜL AĞACI MÜREKKEP DENİZİ
Zaman ne çabuk geçti de gülün rengi
–gül ki benim yurdum yuvam- buldu kendini. Memleketin bütün bahçelerinden
toplanan gül yapraklarının yaptığı gibi, yurdumdan ayrılınca başka illerin
bulutları altında gölgelenebileceğimi zannettim. Gülün sadık yapraklarına
tutulan zabıtların yaprağın rengini daha da koyuya çevirdiğini. Dili ve
alfabesi tanıdık gelmeyip yalnız mürekkep renginin bilineni yansıttığını. Hem güle hem mürekkebe yabancı olmadığımdan.
Öyle zannettim. Günler geldi, geçti. Ve ben hala öyle zannetmekteyim.
Bir yanımda gül ağacı.
Mürekkep denizi öbür yanım.
Gülü nasıl yazmayayım?
O kadar çok rengi vardı ki. Ve o
kadar çok yüzü. O kadar çok yüzüyle öyle bir baktı ki kalemin yüzüne. Kalem
utandı, sahibi utandı. O ki gülden utanacak kadar mahcup ve gülü sevebilecek
kadar mahzun bir yüreği vardı kalemin. Gülü anlattı boyuna. Her anlattıkça öbür
yanımdaki mürekkep denizinden katreler eksildi bir bir. Kalem tükendi ama yine
de hiçbir şey anlatılmış sayılmazdı gül hakkında. Kuş kanadı gerekliydi öyleyse
gülün derdini anlatmaya. Mürekkep denizi razıydı içinde beslediği bin mahinin
hakkı olanı gül için fedaya. Kalem razıydı gülün ruhuna fatiha okumasına da
ağzıyla kuş tutma işi bu sefer de kâtibe düşmüştü. Yok, başka türlü
olmayacaktı. O gül’dü. Anlatılmaya değerdi en az adı kadar.
Dikeni elime batmadan önce
renklerimizin bu kadar uyumlu olduğunu bilmezdim. Kanımı akıttı. Canımı acıttı
belki. Olsundu. Gülü seven dikenine katlanırdı hani. Gülü sevmek
iddiasındayken. Katlandım. Tuttum gözümün yaşını. Öyle ya öbür yanım mürekkep
denizi. Elimde ilk bakışta rengini gülden aldığını zannedip aldanabileceğim
kanım. Bir de gözümün yaşı aksa fazla gelirdi. Gül için değerdi. Ancak bedelini
ödetemezdim ona. Bütün olanları ona isnat edemezdim. O razıydı da ben rıza
gösteremezdim. O mütevaziydi ya ben de ona karşı böbürlenemezdim.
…
Cennetin kapısı. Yasak meyve. Âdem’in nefesi. Bir aldanış ve kovuluş.
Aldatılmanın bütün türlüsü. Yalvarış. Aldatmanın rengi de kırmızı. Af dilenme.
Gülün adı. Bağışlanma. Gül hatırına.
Ağır geldi gül kendine. Çok bedeller ödendi onun uğruna. Ve ödenecekti
daha. Ben hafiftim onun sıkletince. Kalem hafif. Kâğıt hafif.
Mürekkep: hafif siyah.
Gül dikeninin canımı acıtıp kanımı
akıtmayacağı yerlere gideyim dedim. Nasıl olacaktı? Bu kadar gül ağacı ve bu
kadar mürekkep deniziyken her tarafım. Daha da ötesi sağ ve solumdaki
meleklerin her amelimi yazdıklarını bilirken ben. Kaçışım kimdendi daha? Her
yaptığımın zaptı tutulurken bir bir, ne diye gülün zaptı kâtibin cüz’î
iradesine düşmüştü? Neydi gülü kaleme rabt eden kudret? Görmek yetmez miydi
insana? Ne diyeydi güle bir de kalem aynasından bakmak. Üstelik tuzla buz
olmuşken kalemin aynası. Hangi parçanın gösterdiğine inanması gerektiğini
nerden bilecekti insanoğlu? Her bir parça gülün farklı bir yanını gösterirken.
Bu kadar farklı yüzü varken aynaların ve dahası insanlar aynalarda kendilerini
bile tanımazken. Gülü kim tanırdı? Surete aldanmayıp da yüreğine bir kez olsun
gül dikeni batırabilecek kadar cesur olanlar mı? Yoksa onlar siz misiniz? Gül
bağına hoş geldiniz öyleyse.
Sahi siz onlar mısınız?
Destan metinlerinde adı geçen
cengâverlerin at üstünde düşmana savurduğu kılıç olmasa da o, çok yakışmıştı
bir Osmanlı minyatüründeki çekik gözlü hasekinin eline. Kaftanının kumaşı
kadifeden de olsa. Gül gibi tütse de teni. Tutmazdı gülün yerini.
Gülün yeri tam olarak neresiydi? Var mı
bir bileniniz?
Kış uykusundan yeni uyanıyordu cümle
âlem ya. Soğuk kuzey rüzgârlarının dört bir yana savurduğu cümlelerimi gül
mevsimine kadar toparlamak zor olmadı. Tabiat ona hazırlanıyordu zira.
Mendilimi açtım kâinatın ortasına. Yaprak dilendim. Kırmızı dilendim. Toprak
dilendim. Diken dilendim. Bütün doldurdum ceplerime gül unsurlarını. Sonra
açıldım mürekkep denizine. Yazdım, bozdum. Anlattım, sordum. Yetti mi gülü
tarife? Hayır elbette. Baştan sona aynı ses tonuydu kullandığım.
Ben zâkir.
Mezkûr:Gül.
Yetti mi? Yetmedi.
Şimdi ben: Hem gül sunucusu hem gül
dilencisi. Gülü anlatırken ve gül dilenirken yaptığım hatalardan, dil
sürçmelerimden ve yanlış yola sapmalarımdan gülün görüntüsüne sığındım hep. Ayna kırıntılarından toplamaktayım gülü
şimdengeri. Ellerime bata bata avuçlamaktayım bütün parçaları. Kanımla yazmayı bir
türlü beceremediğim gülün sırrını sakladım mevsimler boyu. Halimin özeti budur efendim.
Ne bir adım öndeyim gülden. Ne de bir adım gerideyim.
Bir yanımda gül ağacı. Mürekkep denizi
öbür yanım.
Gül ağacının mürekkebe dokunduğu
yerdeyim.
Efendim.